O HANIM MÜDÜR YARDIMCISI AYNI ZAMANDA RESİM DERSİNE GİREN BİR RESİM ÖĞRETMENİYDİ

 

Commodore 64 bilgisayarlarla program yazdığımız, Amiga 500'ün grafiklerini görünce ağzımızın açık kaldığı lise yıllarından kala kala bunlar kalmış ne yazık ki... Hem nasıl kalmasın?

Sene Orta-1 ya da 2. Ders bittikten sonra milletin kurtlarını kaynattığı "dörtbuçuk altı arası" sınıfta, saf gibi bir de en ön sırada, tek başıma oturmuş, nü çiziyorum.

Bildiğin kadın figürü. Dönemin kadın figürü de Samantha Fox ya da Kim Wilde. İsmi lazım değil, müdür yardımcılarından biri -hanım- birilerini arıyor olacak ki sınıfa girdi. Beni o şekilde suç?!üstü yakaladı.

 

Düşün ki, Giorgione oturmuş, aşağıda karakalem bir reprodüksiyonunu görebileceğiniz "Uyuyan Venüs" tablosunu çiziyor. (Adamın yeteniğiyle kendimi kıyaslamıyorum.) Müdür yardımcısı bunu görüyor. Önce bir tokat, ki kulağımın çınlamasını hala unutamam, ardından "Kay kenara!" hareketiyle yerine oturup sıranın altında başka anadan üryan, kaykılık pozisyonda Davud ya da, memeleri açık karyatid sütunu resmi falan var mı diye, hallaç pamuğu atar gibi ne var ne yok topluyor. Sonra saçının perçeminden tutup çocuğu orta sınıf koridorunun bir ucundan öteki ucundaki öğretmenler odasına sürüklüyor. Tablo bu.

 

"Sen bekle burada" diyerek gitti. Hatırlamadığım bir miktar "Sen nasıl çizersin?" benzeri bir yığın saçma söz söyleyen hocalar mı gelmedi, bağıracak daha fazla bant genişliği kalmadığı için nispeten yumuşakça, "İyi de evladım sınıfta niye çiziyorsun?" diyenler mi?  Hepsi aynı kafa.

Sonra o hanım müdür yardımcısının bana bir ömür gibi gelen, yanıma yavaş yavaş sokuluşu, bir bir, bi çizdiklerime bi bana bakışı arasında, ben herhalde kelime-i şehadet getirmeye hazırlanırken ağzının içinden şu dehşet verici kelimeler döküldü:

- Sen bunları sanat için mi çiziyorsun?

 

Neyse ki hakikaten o günkü suçüstü repertuarımda Samantha Fox'un yanında, masanın altındaki kağıt güruhunun arasında  daha evvel çizdiğim, anadan üryan Davud ile Antik Yunan nü heykellerinin çizimleri falan da vardı da o şekilde ceza almadan yırtmıştım.

 'Sanat için soyunmak' gibi anlamsız bir tabirin nereden çıktığını o gün anladım. Tabi bundan daha bomba olan neydi biliyor musunuz?

 

O hanım müdür yardımcısı, aynı zamanda resim dersimize giren bir resim öğretmeniydi.

 

Heykel resimleri çizmek adettir temel sanat eğitimi dersinde. Üstteki iki resim o dersten. Benim bu derste en komiğime giden şey, daha yeni gelmişiz okula. Düz liseden gelen de var, düz olmayan liseden gelen biri olarak benim halim de işte malum. Hoca Weimar'da falan mı okudu artık bilmem, tuttu "Geştalt ilkelerini biliyo musunuz?" Kimsede çıt yok. "Bauhaus'u bilen var mı?" Tabi malum espriler. :D "Bilmiyosanız burada ne işiniz var?" dedi. Sanatın önüne bu kadar engel konan bir diğer ülke daha ben bilmiyorum.

70 küsür yaşındaki kadını da canlı manken diye koyanın. Yalnız bu kadıncağızın ilginç bir anısı da var bende. Bunu çizerken arkamda iki tane başörtülü kız öğrenci vardı. Sene 1994-95 yani. Fotoğraf çekmişim arkadaşlarla onlar da çıkmış fotoğrafta. Çok tuhafıma gitmişti. Okullarda başörtüsü yasağı vardı diyenlere "bizde yoktu" dediğimde sanki ben başka gezegende okumuşum gibi hissettirmişlerdir bana. Oysa örtüşü kızlar vardı bizim okulda. Hep bi oyunlar oynandı ya güzel ülkemde. Yine aynı cahillik!

 

Yalnız bende bir robot hastalığı var, o bellidir. Rorschach testlerinde ben zaten genelde robot canavar ya da Voltron görürüm. Kütleyi tanımak için maket el yapın demişlerdi bi derste. Ben hareketli bir el yapmıştım. Şu aşağıdaki. İçindeki tendonları itip çektiğinde parmakları açılıp kapanırdı.

Sanat da ne kadar nankör. Yapıyorsun sonra koyacak yer bulamıyorsun, fotoğrafını çekip orjinali atıyorsun.

 

Tükenmez kalemle bir figür denemesi. Bu herhalde hayatımda en hızlı çizdiğim resimdir. Normalde çok hızlı bir elim yok. Tükenmez kalem fazlaca degrade olanağı sunmuyor. Öyle olunca bu çabucak bitmişti.

Üstteki de bizim tipik figür mankeni abimiz. Alttakiler de yine ardışık figür denemeleri. Bunları hızlı hızlı yapmamızı isterlerdi. En sevmediğim işler bunlardı. Ben ince ince işlemeyi seviyorum. Daha atleti bitirmeden süre bitiyordu.

 

Giorgione'nin Uyuyan Venüs reprodüksiyonu. Bu resmin çeşitli yerlerinde resmin orjinalinde olmayan şimdi hatırlamadığım sayıda esprili obje gizlidir. Otların arasındaki salyangoz, denizdeki denizaltı, evin çatısındaki anten, kumaştan yazılmış ismim, ağacın üzerinde dürbünle bakan kız, bi uçak ve soldaki kayadaki goril yüzü bunlardan bazıları. Yani espri olmadan aynısını yapmanın ne anlamı var ki?

Aşağıdaki de mezzotint denen bir baskı tekniği. 3D Studio Max'ın demo imajlarından birindeki uzaylı karakteri kullanarak yaptığım bi kompozisyon ve eskizi.

 

Aşağıdaki çalışma da benzer bi baskı çalışması. Karalamalarıyla beraber kendi portrem. Garip uzak bir gezegendeyim. Bunda para üzerindeki resimleri andıran bi çalışma yaptım. Zaten bunlar tek renk basılır, üzerine adet olmuş, tek renk bişeyler basılır. Ben de o renk unsurları olarak para üzerindeki seri numarası ve desenlerden koymuştum. Bak gene aynı Marcel Duchamp kafası. Adam Mona Lisa tablosuna bıyık koyuyor, Dada diye baş tacı ediyor. Benim bu portreyi paranın bir kesiti olan haliyle gördü ismi lazım değil, bölüm başkanı. "Kim yaptı bunu?" dedi. "Ben." dedim. Sonra suratı asıldı gitti.

Ve BABA! Bu da Ex-Libris denen bir çalışma. Linolyum denen yumuşak bir zemin malzemesine divit ucunu andırır bir aletle yol yol kesik atıyorsun. Sonra üzerine boya ve baskı. Soldaki desen çalışması sağdaki de baskı halinin çizimi. Bunun bir de basılmış hali var. Yüzündeki Adalet Partisi amblemi olan atı kaçırmayın.

Lise Dönemi Çizimlerim

Üniversite Hazırlık

Üniversite Dönemi

Hayır şimdi bunun yanında lise yıllarında bir Venüs heykeli yapmıştım.

Bir hafta sonu okuldan geldiğimde o gün 70 küsür yaşındaki dedemin, balkonda yerde yatar halde bulduğum bu Venüs heykelini kastederek,  "putunu devirdim" demesi, resim öğretmeni vakasından daha az mı acıklı bilmiyorum. Sonuçta, kızmıştı ama parçalamamıştı. Onun gibi muhafazakar bir kişiye göre epey medeni bir davranış. Ama her ikisinin de sebebi olan cehalet aynı:

 

O resim öğretmeni, bize öve öve bitiremediği rönesans ressamlarının da aslında genç yaşlarından başlayarak insan figürü çizmiş olduklarını düşünebilirdi. Dedem de ağzındaki diş protezinin, ve bir çok sakat insanın kaybettikleri uzuvlarının yerine takılabilen protezlerin aslında heykeltraşların malzeme üzerine yaptıkları çalışmalara borçlu olduklarını düşünebilirdi. En okumuşlarımız bile birşeylere, gelenekler öyle dediği için, cahilce ve düşünmeksizin karşı çıkıyoruz. Sonra da neden teknik alanında geri kaldığımızı anlamaya çalışıyoruz. Batı, teknikteki gelişmesini sanata verdiği öneme borçludur. Atatürk'ün şu sözü, ne kadar doğru bir sözdür:

 

'Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.'

Yukarıdaki resim de akademi sınavına hazırlık için yaptığım yegane resimdi.

Şimdi ne lise yıllarında okulda, ne mahallende sanata değer veren insanlar olmayınca, bir sanat okuluna gitmek de okul seçimlerin arasında yer almıyor haliyle. Benim de, yetenek sınavı öğrenci alan bir sanat okuluna girmek fikri, hiç aklımda yoktu. Büyük ağabeyimin iç mimar bir arkadaşı, okulun önünden arabayla geçerken beni ikna edip, ayak üstü  kayıt formunu doldurmaya zorlamasaydı şu an bambaşka bir yerde olurdum. İç mimarlık, grafik ve endüstri tasarımı sınavları için kaydımı yaptırdım.

Zaten sanat düşmanlığından darbe üzerine darbe yemişim. "Dakka bir-gol bir" herhalde buna denir. Temel desen sınavında öyle bir soru sordular ki akıllara zarar. Bir şey değil, özünde kucağında vitrin mankeni taşıyan bir adam çizin diyor. Ama adam merdivenden inecek, elinde bir ip var kulağında kulaklık, üzerinde grafik bilmemnesi tişörtü, koltuk altında merdiven... Böyle saydıkça sayıyor.

Bende de sorgulamak ve mümkünse bir şekilde tepki vermek adettir. Çizdim iyi kötü, ama böyle soruya biraz da Marcel Duchamp edasıyla kendi dokunuşumu katayım istedim, manken taşıyan adamı, mankenin sol memesini kavramış pis pis sırıtır bir ifade ile çizdim. Zıpırlıktan, anlamsızca yapılmış müstehcen bir espri değildi yaptığım.

'What's on a man's mind' (Erkeğin aklındaki şey) esprisinden yola çıkarak, sadece yürüyen bir figür çiz deseydiniz de adamın yeteneğini görebilirdiniz demeye getirdim.

Sen misin dalga geçen? 100 üzerinden 10 verdiler düşünebiliyor musun? Bak gene aynı cehalet! Berbat çizmiş değilim. Hiç bişey yapmamış olsam da tamam. En düşük puanı vermiş adamlar. Gayet açık: Bizimle alay ediyor bu ukala, yeri yok burada demişler. Tabi grafik bölüm sınavlarından 100 çakınca ellerinden bişey gelmedi. :D Millet de nasıl dökülüyorsa, yani puanlar 50 lerde dolaşıyor. 55 puan ile hem de iyi bir sırada girdim. Endüstri tasarımı sınavını da kazandım ancak iç mimarlık sınavında başarılı olamadım. Onda da tam bir hamallık perspektif istemişlerdi, yarısında bıraktım. Akademi öğrencilerinden genelde araştırma çizgileriyle karalama tadında çizimler isterler. Ben de fotogerçekçi çizmeyi severim. Sınavın vakti benim tarzıma yetmezdi. Bu da yine sınav sistemimizin sorgulanması gereken bir acayipliği. Düşünsene Hajime Sorayama tadında guaj akrilik falan çalışıyorsun ama sınav senin kendini gösterebileceğin standartta değil. Okula giremiyorsun. Böyle tanıdıklarım vardır. Adam karakalem Cin Ali bile çizemiyor ama fırça ile öyle fotografik otomobil lastiği çiziyor ki şu an ABD'de büyük bir lastik firmasının kadrolu çizeri.

Arada verdikleri 10 puanı saymıyorum. Bölüm sınavına 100 alarak girdim, çıkışta da 100 alarak çıktım. O çalışmamı da kişisel çalışmalar bölümünde İzafiyet Teorisi başlığı altında paylaştım.

Nasıl eski Türk geleneğinde at, avrat, silah kıymetli ve kutsal ise, farkettiyseniz benim resimlerimde de üç temadan biri robot, biri avrat, diğeri de dinozordur. Hepsi bayıldığım objeler.

 

Aquatint de metal plaka üzerine metal bir aletle kazıya kazıya yapılan bir çalışma. Kazıdığınız kısımlar beyaz olurken boş bıraktığınız kısımlar siyah oluyordu. Zor bir çalışma tekniği. Resmi negatif düşünerek çizmek zorundasınız. Sizin farketmediğiniz bazı kusurları var, yani siyah olması gerekirken daldırıp kazımış ve olduğum kısımlar. Ama yine de fena olmadı. Bunlar hep 6 kopya yapılır. Adet olmuş. Dünya üzerinde sadece 6 tane var. İsteyene 100 TL'den satarım bir tanesini... :P

 

Ölünce falan değerlenir belli mi olur.

 

 

© Nezih Kanbur